Güncel Haberler

Yükselen güneşin ülkesi: Japonya

Tüm seyahatler, özellikle yalnız yapılanlar öğretici, hatırlatıcıdır. Haliyle herkesin yolu ayrı, herkesin deneyimi, yaşadıkları farklı olacaktır. Ben biraz plansız, biraz da hızlı bir kararla 21 gün sürecek bir Japonya yolculuğuna çıktım. Ablam Meltem’in iş gezisi vardı, ilk hafta onunla sonraki iki hafta tek başıma seyahat ettim. Seyahate çıktınız mı bir kere, ya yola teslim olursunuz ve akıştasınızdır ya da her anı planlamaya çalışarak beklentiye girebilirsiniz. Japonya gibi yapılabilecek şeylerin çokluğu karşısında ben birinci yolu seçtim, kendimi daha da bir akışa bıraktım. İlk hafta gideceğimiz yerler konusunda fikrim vardı ama sonrasını hiç planlamadım.



Ablamla Osaka Havaalanı'nda buluştuktan sonra, yaklaşık 70 dakikalık bir tren yolculuğuyla ilk durağımız olan ve binlerce gezgin tarafından dünyanın en güzel şehri seçilen Kyoto’ya gittik.

Kyoto, modern şehir yaşamı ile Japon gelenek ve göreneklerinin birlikte uyum içinde yaşandığı ve bir dönem Japonya’nın başkentliğini yapmış bir şehir. Şehrin ara sokaklarında geyşa’larla karşılaşabilir, kimono giymiş genç Japon kız ve erkeklerinin takunya sesleri eşliğinde şehrin içinde kaybolabilirsiniz.

Yüzlerce dükkan ve restoranın bulunduğu ve Kyoto’nun mutfağı diye geçen Nishiki Market’de tüm geleneksel yiyecekleri tadıp, akşam da şehri adeta ikiye bölen ve çevresindeki yeşillikle şehri büyüleyici kılan Kamogawa nehri kenarında oturarak sokak sanatçılarının yaptığı müzikle, resimle, şarkıyla, Japonya’ya uyum sağlamaya başlayabilirsiniz. Biz bir adım ileri gidip geyşa kıyafetleri giyip, geyşa makyajı da yaptırdık. Oldukça eğlenceliydi!

Pontocho, nehrin bir arka sokağında bulunan, sağlı sollu restoranlarla dolu dar bir sokak. Nehir kenarında balkonlarda oturup keyifli bir akşam yemeği için ideal. Kiyomizu-dera Tapınağına çıkan yokuş üstündeki pirinç tatlıları enfes!

Bizim gibi deneme ayağına abartmamak kaydıyla. Şehirde iki binden fazla Zen, Shinto, Budist tapınakları, şapeller bulunuyor. Bunlardan bazıları şehir merkezinde iken diğerlerine ulaşmak için 30-40 dk’lık mesafe katetmek gerekiyor. Biz seyahatlerimizde daha çok yer görmeyi değil, gördüğümüz yeri tam olarak yaşamayı, hissetmeyi sevdiğimiz için ilk bir kaç günkü rutinimiz şöyle şekillendi:

Sabah otelde geleneksel Japon kahvaltımızı yapıp -ki bu kahvaltıda balık, turşu, pilav, yosun yemek anlamına geliyor- akabinde seçtiğimiz bir tapınağa gidiyorduk. 3-4 saatimizi rahatlıkla o tapınakta geçiriyor, meditasyon yapıp, tapınağı ve bahçesini gezip, orası hakkında genellikle broşürden bilgi alıp ve oranın enerjisine uyum sağlıyorduk.

Eğer vaktimiz kalmışşsa bir başka tapınağa veya Japon bahçesine veya bambu ormanına doğru yola çıkıyorduk. Gittiğimiz tapınaklar içinde aklımızdan hiç çıkmayan Daitoku-ji Manastır içindeki Ryogen-in Zen Tapınağı ve Bahçesi oldu.

Tapınak içindeki meditasyon salonu Japonya’nın en eskisi olarak geçiyor. Zen bahçeleri kaya, çakıl, taş ve bazen ağaç, çimen, yosun gibi doğal unsurlardan oluşuyor.

Tırmıklanmış kum ve çakıl ile dalgalı bir deniz görüntüsü oluşturulurken oldukça küçük bir bahçede farklı hikâyeler anlatılıyor. Bazı kayalar dağları temsil ederken, yeşil yosun sonsuz denizi ve bahçenin kendisi evrenin işleyişini tasvir ediyor.

Sadeliği ve doğallığı ile ruhu dinlendiren Zen bahçelerinde saatler geçirebilirsiniz. Aynı bahçeye bakarken bir saat önce fark etmediğiniz bir ayrıntıyı yakalayabilir, gerçekten görmeye başlayabilirsiniz. 'Görebilmek için bakmak lazım', bakmak içinse durmak...

İşte o kadar derinleştikten sonra ancak Japon kültüründeki ve yapılarındaki yalınlık içindeki zenginliği, sadelik altında yatan ayrıntıları yani gerçek Japon kültürünü anlamaya, fark etmeye başlıyorsunuz. Ayrıntıyı anlamadan bütünü anlamak mümkün değil.

Kyoto’ya trenle 45 dk’lık uzaklıktaki Nara’ya günübirlik veya bir gece Royakan’da (eski Japon tipi ev) konaklamalı gezi yapılabilir. Biz bir gece Royakan’da konaklamayı seçtik. Konakladığımız yerlerin linkini yazının altına ayrıca ekliyorum. Nara’da dünyanın en büyük ahşap yapısı olarak kabul edilen Todai-ji Tapınağı içinde dünyanın en büyük Budha heykeli var. Nara’nın güzel bahçelerini gezerken insana yakın doğal ortamdaki geyikleri sevip beslemek de cabası. Sabah kahvaltısı için Cafe Wakakusa mutlaka denenmeli.

Ablamla geçireceğim son iki günü spontane bir kararla biraz daha Güneyde bulunan ve Osaka’dan 90 dk’lık tren yolculuğu ve 10 dk’lık teleferik yolculuk ile ulaşılabilen Koyasan’da geçirmeye karar verdik. Koyasan Japonya’nın en spiritüel yeri olarak geçiyor. Koyasan’ın bulunduğu Koya Dağı izoterik Saf/Arı Yer olarak adlandırılmakta. Bu bölge binlerce yıldır samurayların, aristokratların, keşişlerin, şairlerin, dervişlerin, gezginlerin karmalarından arınma ve yeniden doğuş için yürüdükleri haç yolu üzerinde. Koyasan’ı bu kadar özel kılan kasaba merkezi dışında kalan iki kilometre uzunluğundaki Okunoin Mezarlığı.

Yüzlerce yıllık selvi ve sedir ağaçları ile 200 binden fazla mezarlığı, Budist mezar taşları, mabetleri, heykelleri ve Tapınağı ile Japonya’nın en büyüğü. Okunoin UNESCO tarafından Dünya mirası olarak kabul edilmiş. Koyasan’ın ve Singon Budizm’in kurucusu, Japon tarihinde çok önemli bir yeri olan Kobo Daishi’nin burada sonsuz meditasyonda olduğuna inanılıyor. Rehberlerin anlattığına göre Kobo Daishi MS. 835 yılında henüz 61 yaşındayken Okunoin içindeki tapınağın yanındaki ayrı bir bölümde sonsuz meditasyona girmiş. Bu tarihten yaklaşık 100 yıl sonra Tapınağın baş rahibi kapıyı açıp içeri girmiş ve Kobo Daishi’yi saçları ve sakalları uzamış meditasyon pozisyonunda otururken bulmuş. Baş rahip, Kobo Daishi’nin saçlarını ve sakallarını kesip kapıyı kapatmış ve o tarihten sonra bir daha içeri giren olmamış. Her sabah Tapınaktan dualar eşliğinde Kobo Daishi’ye yemek taşınması artık bir gelenek halinde.

Okunoin’de 13 Ağustos’da Rousoku Maysuri Mum Festivaline denk geldim. Bu tarihte atalarımızın, vefat etmiş tüm akrabalarımızın yeryüzüne indiğine inanılıyor. Aksam saatlerinde Shingon Budist rahiplerinin duaları eşliğinde açtığı seramoniyle atalarımızı anmak ve onları onurlandırmak için elimizde mumlar, yüzlerce kişi atalarımızı yanımızda hissederek yürüyüp binlerce mum yaktık. Koyasan’da sadece tapınaklarda kalınabiliyor. Yer yatakları ve yer sofrası ile aslında eski Anadolu kültüründen çokta farklı hissettirmiyor. Her akşam 19.00’da Okunoin mezarlığında gece yürüyüşü turu var, Ekoin Tapınağı düzenliyor. Yine her akşam 16.00’da aynı tapınakta toplu meditasyon yapılıyor.  Öğle yemeği için Hanabishi restoranı çeşitli ve oldukça lezzetli bir menü sunuyor.

Koyasan’da ablamla yollarımız ayrıldı. O yaşadığı ülkeye dönerken ben de yalnız seyahatin ilk durağına karar verecektim. Koyasan’da bir dergide gözüme bir fotoğraf ilişti. Yeşillik içinde bir
tapınak ve arkasında yüksek yerden akan bir şelale. Turist bilgilendirme merkezine giderek orası hakkında bilgi aldım. Altı saatlik aktarmalı bir tren yolculuğuyla oraya ulaşabileceğimi öğrendim. Oldukça güneye inecektim, otel ayarlayamamıştım, önden çok bir araştırma yapamamıştım. Bu yolculuğumun benim için kırılma anı oldu. Neyle karşılaşacağımı bilmememe rağmen sabah erken saatte yola çıktım. En kötü ihtimalim orada kalacak yer bulamazsam baska bir yerleşim yerine bir kaç saatlik bir yolculuk yapmaktı ve bu o kadar da kötü bir ihtimal değildi. Aldığım bu karar beni özgürleştirdi. Bundan sonraki yolculuğum önden otel dahi ayarlamadan gezginlerden duyduğum veya raslantı sonucu önüme çıkan farklı yerlerde gezinerek, kısaca Japonya’nın güneyinde kaybolarak geçti. Bilinmezliğe adım atmaya cesaret ettiğinizde hayat mutlaka bu cesaretinizi ödüllendiriyor. Benim de öyle oldu! Fotoğrafta gördüğüm yer Kumano Kodo yolu üzerindeki Naichi Tapınağı ve Şelalesiydi.

Kumano Kodo toplamda 347.7 km’lik kadim hac yolu. Yol üstünde Japon köyleri, farklı ağaç türlerinin bulunduğu ormanlar, patika yollar, hiç beklenmedik yerde karşınıza çıkan Tapınaklar, onsen diye bilinen volkanik sıcak su banyoları bulunmakta. Yolda tüm gün yürürken gezgin ancak bir kaç kişiyle karşılaşabiliyorsunuz. Ama doğa anayı her an yanınızda hissedebiliyorsunuz ve eğer kalbiniz yeterince açıksa doğa ana size cevaplarını milyonlarca farklı türdeki canlıları eşliğinde verebiliyor.

Tokyo, Osaka ve Kobe’de de bulunma şansım oldu. Tokyo tahminimin üstünde büyüklükte bir metropolitan. Osaka Japonya’nın ikinci büyük şehri, çok güzel restoranları, kafeleri var. Yaklaşık 15 yıldır kırmızı et yemediğim için Kobe’de ünlü Kobe etini yemeden dönenlerdenim.

Japonya beklentimin üstünde bir cömertlik gösterdi. Beni çok güzel ağırladı. Japonlar sistem kurmakta çok başarılılar. Tüm kültürleri başkalarını rahatsız etmeme üstüne olan Japonya’nın insanlarından, doğasından, kültüründen, herkese ve herşeye gösterdikleri saygıdan, düzenden, temizlikten, gelenek ve göreneklerini yaşayışlarından, sadelikten etkilenmemek mümkün değil.  İnsan insandan öğrenir, insan doğadan öğrenir, insan gezdikçe kendi içindeki en derinlere inebilir, kendiyle yüzleşir. Aslında yapılan tüm yolculuklar sizi kendi içinize biraz daha yakınlaştırır. Her an kendi içimizde, özümüzde kalabilme dileğiyle!

KAYNAK: http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/yukselen-gunesin-ulkesi-japonya-40972875